Yeme Bozukluğu Nedir?
Yeme bozuklukları, yetersiz ya da aşırı gıda alımı içerebilen, diğer yandan ruhsal etkilere dayanan ve fiziksel sonuçlara yol açabilen hastalıklardır.
Vücut imgesindeki bozulma sonucunda, mükemmel olarak düşünülen vücut görünümüne sahip olmak için çoğu kadın ve giderek artan sayıda erkek diyet yapmaya ve çeşitli kilo kaybetme yollarına (laksatif kullanımı, sigara içmek, düzenli olarak diyet ilacı kullanmak) başvurmaya başlamıştır.
Yeme bozuklukları en çok 15-24 yaş arasındaki kadınlarda görülmektedir.
Yeme bozuklukları, davranış bozuklukları olarak tanımlanan hastalıklar arasında, en çok ölüm riski taşıyan hastalıklardır.
Yeme bozukluklarının nedenleri tam olarak saptanamamakla birlikte; psikolojik, biyolojik ve/veya çevresel etkenlerle oluştuğu bilinmektedir.
Yeme bozuklukları genellikle çocukluk yıllarının sonunda ve ergenlik döneminin başında oluşur.
Yeme bozukluklarının bir hastalık olarak teşhisinin konma zamanlaması kültürden kültüre farklılık gösterir. Bir kültürde normal kabul edilen kilo başka bir kültür için normal dışı olabilir.
Yeme bozukluklarının oluşumunda genetik ve çevresel (stres) faktörlerin yanısıra kültürel değerler de büyük önem taşımaktadır. Bu anlamda kültürel değerler, o kültürdeki sosyal idealler ve moda anlayışı olarak açıklanabilir.
Konunun kısıtlılığı nedeniyle yeme bozukluklarından aneroksiya, bulimia alt tiplerini genel olarak incelemeye çalışacağım.
Aneroksiya Nervoza: Anoreksiya nervoza (AN), yiyecek ve kilo ile aşırı uğraş, kilo almaktan duyulan yoğun korku, ve amenore ile seyreden bir hastalıktır. Şişmanlamaya karşı duyulan korku yüzünden yeme miktarı ileri boyutlarda kısıtlanmıştır. Hastalar, katı diyet programlarına ek olarak olağan dışı ölçülerde egzersiz yaparak kilo vermeyi amaçlarlar (restriktif tip). Bir grup anoreksik hasta ise, kısıtlı diyet uygulamakla birlikte, zaman zaman kontrollerini kaybederek aşın yeme nöbetleri yaşarlar ve bu nöbetlerin ardından kilo almayı engellemek için kusma, laksatif ve diüretik ilaçlar kullanma gibi davranışlar gösterirler (bulimik tip).
Belirtileri:
• Normal kiloyu koruyamamak
• Kilo almaktan aşırı derecede korkmak
• Kilo ve vücut şekliyle takıntılı şekilde meşgul olmak
• Menstürasyon (adet) dönemlerinin kaybolması
• Beden algısında çarpıtma
Tarihçe
1694 yılında Richard Morton iki olgu tanımlamıştır. !868’de ise William Gull, “anoreksia nervoza” terimini kullanmaya başlamıştır. Aynı dönemde Ernest Charles Lesague aynı bozukluğu tanımlamış ve hastanın kilo kaybetmek için aktif olarak yemeyi reddetmesi ve ailenin bozukluğa katılmasına dikkat çekmiştir. 20.yy.’ın başlarında hipofiz yetmezliği tanımlanınca bu iki bozukluk arasında karmaşa çıkmıştır. 1930’larda primer hipofiz yetmezliği ve anoreksia nervoza ayırt edilmiştir.
1950’lerde Hilde Bruch, anoreksia nervozayı tek bir sendrom olarak tanımlamış, hastanın vücut imajındaki defisitleri, kilo kaybının hasta için hissettiği çaresizlikle başetme yolu olduğunu belirtmiştir.
M.Ö. 400-500 yıllarında Babylonian Talmud, bulimiaya benzer bir hastalıktan bahsetmiştir. 1870’lerde Gull, bulimianın, anoreksia nervozanın bir komponenti olduğunu belirtmiştir. Gerald Russel, ilk kez “bulimia nervoza”yı ayrı bir yeme bozukluğu olarak tarif etmiş ve bulimia nervoza DSM-III’te yer almıştır.
Etiyoloji :
Genetik faktörlerle (serotonin, dopamin ve östrojen hormonlarının dengeleri) kişinin çevresinde bulunan, strese maruz kalma gibi risk faktörlerinin birleşimi bu hastalığın oluşumunda önemli rol oynar.
Kişinin kişilik özellikleri ve aile ilişkilerindeki bazı sorunlar Anoreksiya Nervoza hastalığının oluşmasına temel oluşturabilir. Bunlara örnek olarak şunlar verilebilir:
Kişinin kendini kontrol edememe hissi, kişinin ailesinden ve çevresinden kabul görme ihtiyacı, mükemmel görünüme sahip olma arzusu, kendi kilosu ile ilgili benzer sorunlar yaşayan anneye sahip olma.
Bu hastalığa sahip olan ya da bu hastalığa sahip olma riskini barındıran kadınlarda yapılan araştırmalara göre, yüksek seviyede kaygı barındırmak ve özgüven düşüklüğü bu hastalık ile ilişkilendirilebilir.
Psikososyal etmenler çerçevesinde, kültürün zayıflığı övmesi, popülerlik olarak ele alması
Eşlik Eden Tanılar:
- Depresyon
- Travma sonrası stres bozukluğu
- Obsesif-Kompulsif bozukluk
Bulimiya Nervoza:
Bulimiya nervoza da, anoreksiya nervoza gibi, psikiyatride yeme bozuklukları sınıfından bir hastalıktır.
Tıkınırcasına yeme atakları ve ardından kilo korumaya yönelik kusma ya da laksatif ve diüretik kullanımı gibi davranışsal bozukluklarla giden bir hastalıktır bulimiya nervoza. Bazı psikiyatristler bunu duygu durum bozukluklarındaki iki uç nokta olan mani ve depresyona benzeterek, anoreksiya ve bulimiyanın, yeme bozuklukları ekseninde iki uç olduğunu savunurlar.
Bulimik hastalar sıklıkla normal ya da fazla kiloludur. Anorektik hastalardan en büyük fark budur. Tıkınırcasına yemenin yanında kilo almaktan korkarak, kusma gibi arınma davranışlarına girmek tanıya götürür.
Hastalar ayda birkaç kezden günde birkaç keze kadar değişebilen sıklıkta ve ortalama 1 saat süre içinde 3000-5000 kalori alacak derecede yüksek kalorili ve kolay sindirilebilen gıdaları hızlıca, tıkınırcasına ardı ardına yerler. Bazıları gizli yemeyi tercih eder. Yemenin durması doygunluk hissinden değil, midenin aşırı dolup gerginlik ve şişkinlik yapması, bunun getirdiği ağrı ve bulantı ya da yiyeceklerin tükenmesindendir.
Etiyoloji:
Anoreksiya Nervoza’da olduğu gibi Bulimia Nervoza’da da genetik faktörlerle kişinin çevresinde bulunan, strese maruz kalma gibi risk faktörlerinin birleşimi bu hastalığın oluşumunda önemli rol oynar.
Bulimia Nervoza’daki, yedikten sonra kusma davranışı, kontrol etme konusuyla ilgilidir. Buna bağlı olarak, aşırı yeme davranışı kontrolden çıkma durumu ile, daha sonra kusma davranışı ise vücut üzerindeki kontrolü yeniden ele geçirme ile ilişkilendirilir.
Zayıflık ve dış görünüşe önem veren ebeveynlerin Bulimia Nervoza hastalığına sahip çocuklarının olması çok olasıdır.
Bu hastalığa sahip hastalarda özgüven eksikliğinin görülme sıklığı yüksektir. Hastalar, özgüven eksikliğinin beraberinde getirdiği olumsuz duyguları kontrol altına alabilmek için aşırı yerler.
Belirtileri:
- Devamlı yemek ve kusmak
- Gıda alımını kontrol edememek
- Atıştırdıktan sonra kusma ya da kendi kendine kusmak, diyet hapları ve müshil kullanmak, aşırı egzersiz yapmak ve aç kalmak
- Kilo ve vücut şekliyle takıntılı şekilde meşgul olmak
Birlikte görülebildiği diğer hastalıklar:
- Anoreksiya Nervoza
- Depresyon
Bilişsel ve Davranışcı Ekol:
Yeme bozukluklarında bilişsel davranışçı psikoterapi yaklaşımını incelemeden önce, bu yaklaşımın öne sürdüğü modeli genel olarak değerlendirmek gerekir.
Bilişsel davranışçı görüş, var olan diğer kuramsal yaklaşımların kesişim noktasında yer alıp hastalığın nedensel ve sürdürücü faktörleri üzerinde durur. Diğer yaklaşımlardan bağımsız olarak, bugün, yeme bozuklukları için kabul edilen ortak bir nokta hastaların “kesinlikle zayıf olmalıyım” inancıdır. Yeme bozukluklarında görülen belirtilerin irrasyonel inançlar ve tutumlardan, beden ağırlığı ile ilgili yanlış bir takım varsayımlardan kaynaklandığı ileri sürülür.
Hastanın beden ağırlığı ve yemeye yüklediği anlam sadece yemek ve kilo ile ilgili davranışlarını açıklamakla kalmaz aynı zamanda kişinin kendini değerlendirme sistemini de anlamamız için bir kapı aralar.
Yeme bozuklukları için öncül olabilecek pek çok neden bulunduğu gibi, hastalık sırasında katı diyet kontrolünü sürdürmeye yol açan bir dizi pozitif ve negatif pekiştireç mekanizmalarından da söz etmek mümkündür. Yeme bozuklukları kaçınma paradigması ile açıklanabilirler. Yani negatif pekiştireçlerle, hoş olmayan bir uyaran sonlandınlmakta, bunu sağlayan davranışın frekansı da artmaktadır. Bu model, diyet uygulama, egzersiz yapma, kusma gibi bu hastalarda görülen stereotipik davranışları açıklamaktadır. Bu davranışlar sayesinde hasta hoş olmayan ve korkulan uyarandan yani şişman olmaktan kurtulmaktadır.
Bilindiği gibi, kaçınma davranışları söndürülmeye dirençlidir. Çünkü bu davranışlar, kişinin, pekiştireç ve davranış arasındaki bağlantının artık işlevsel olmadığını anlamasına fırsat vermez. Bu aşamada, bilişsel süreçler devreye girer. Kişinin inanç sistemi öyle oluşur ki, gelen her yeni deneyim bu sisteme uyacak biçimde biçimlendirilir. Hastanın temel inanç sistemine aykırı düşen bilgiler ya tümüyle ortadan kaldırılır ya da değiştirilir. Hasta için korkulan obje dış dünyada değil kendi içerisindedir (şişman olan kendisi). Korkulan bu objeden ayrı olamayacağı için, yapabileceği tek şey tutarlı olarak kendisini uzakta tutmaktır. Kaçınmanın önemli olduğu diğer bozukluklardan farklı olarak, yeme bozukluğu olan hasta, yemek ve kilo ile ilgili anksiyeteden kurtulmak istemez, çünkü kendi inanç sistemi içinde bu, yeme üzerindeki kontrolünü sağladığı için oldukça işlevseldir.
Kilo vermek ve zayıf olmak kişiyi yalnızca korktuğu uyarandan uzak tutmakla kalmaz, aynı zamanda başlı başına bir doyum da sağlar. Yoğun yetersizlik duyguları içindeki bir ergenin, zayıf kalmakla kendilik değerinin artacağına ilişkin inancı da bu şekilde anlaşılır hale gelmektedir. Günümüzde, kadınlar sürekli “ünisex” beden görünümünün güzellik, başarı ve sosyal rekabet işareti olduğu mesajları ile medya tarafından bombardıman altındadır. Kuşkusuz, sosyal pekiştireçler tek başlarına yeme bozukluklarını açıklamaya yetmez. Anoreksik bir hastanın görünümü toplumsal standartların çok daha ötesindedir. Hasta için açlık artık hoş olmayan bir uyaran olmaktan çıkıp yeni anlamlar kazanmıştır. Açlık duygusu diğer insanlardan farklı olarak kendi kontrolü altındadır ve adeta doğaya meydan okuyarak karşı koyabileceği bir durum haline gelmiştir. Kilo kontrolü de başarı ve benlik değerinin duyarlı bir göstergesi haline dönüşür. Düşük kiloda olmak adeta, diğer insanlara ve doğaya karşı kazanılmış bir zaferdir. Bulimik hastalardaki tıka basa yeme nöbetleri ilk bakışta kiloyu katı kontrol altında tutma isteği ile çelişkili görünse de, bunlar genellikle aşın kısıtlı diyete karşı gelişen ikincil tepkilerdir.
Yeme bozukluklarında işlevsel olmayan inançlar ve değerler, sadece belirtileri ortaya çıkarmakla kalmayıp, bu durumun sürdürülmesinde de birincil önem taşırlar. Bu nedenle, tam iyileşmenin sağlanmasında, bu temel inanç ve değerlerin değiştirilmesi birinci koşuldur.
Yeme bozukluğu olan hastalar, benlik değerini tümüyle kilo ve beden yapısı ile ilişkilendirip, beden yapılan ve kilolarının katı bir kontrol altında tutulması gerektiğine inandıkları için hastalığın olası ciddi sonuçlarını bilseler bile yemek yemek ve normal kiloya ulaşmak hastalar için kabul edilebilir bir durum değildir. Hastalığın doğurabileceği sonuçların ve bunun bir psikolojik hastalık olduğunun inkarı tedavideki işbirliğini oldukça güçleştirir. Yeme bozukluğu olan hastalar genellikle tedavi ekibini, yaşamlarının temel amacını yıkmaya çalışan kişiler olarak görürler. Oysa, hastanın tedaviyi sürdürmesi ve tedavinin başarıya ulaşması için hasta ile işbirliği kurulması çok önemlidir. Bunun için hem hastaların hem de ailelerinin yeme bozukluğu hakkında çok iyi bilgilendirilmeleri gerekir.
Yeme bozukluğunun tedavisi sürecinde öncelikli amaçlar vardır. Eğer hastalığa bağlı önemli tıbbi sorunlar varsa, ilk olarak bu sorunların çözümüne gidilmelidir. İkinci olarak bulimik hastalarda kusmaların durdurulması hedeflenmelidir. Bu aşamada, hastalardan yediklerinin kayıtlarını tutmaları istenir. Böylece yeme nöbetini ve kusmayı tetikleyen uyaranlar, düşünceler ya da duygusal durumlar anlaşılmaya çalışılır. Bunlarla nasıl başedebilecekleri öğretilir. Rasyonel olmayan düşünceler daha adaptif, alternatif düşüncelerle değiştirilmeye çalışılır.
Yiyecek çeşidi ve miktarı kısıtlanmış anoreksik hastalarda ise gıdaların çeşitlenmesi amaçlanır. Hastalar normal öğünlerini ve özellikle yüksek kalorili yiyecekleri tüketmeye karşı büyük direnç gösterdikleri için bu aşama genellikle zorlayıcıdır. Bazı durumlarda, hastaların diyetlerine yeni gıdaların eklenmesi bir lokma ekmek, çay kaşığının ucuyla reçel yemek, pilavın sadece tadına bakmak şeklinde küçük adımlar halinde gerçekleşir.
Yeme bozukluğu olan hastalarda yeme davranışı ile ilgili örüntülerin değerlendirilip yeniden düzenlenmesi de hedefler arasındadır. Örneğin yeme nöbeti olan hastalarda atıştırmanın engellenip, sofra düzeni içinde yemek yeme alışkanlığının kazandırılması, üç ana ve üç ara öğün dışında bir şey yenmemesi gibi.
Yeme nöbeti ve kusmaların durdurulması, gıdaların çeşitlenmesi aşamalarına paralel olarak düşük kilolu hastalarda “normal” kiloya yaklaşma da hedeflenir. Ancak yeme bozukluğu olan hastalarda, alınan birkaç yüz gram bile onlarca kilo alınmışçasına yoğun bir anksiyeteye yol açar. Bu nedenle kilo alımında hastada en az anksiyete uyandıracak günlük ya da haftalık miktarlar belirlenir.
Hedeflenen haftalık kiloya ulaşıldığında, hastanın kendisini ne şeklilde ödüllendireceği kararlaştırılır.
Böylece düşük kilonun pekiştirilmesi durdurulup yerine normal kiloya yaklaşmak pekiştirilir.
Ağırlıklı olarak davranış modifikasyonuna dayalı ve bilişsel-davranışçı psikoterapi teknikleri ile sürdürülen bu aşamalardan sonra tedavi etkilerinin kalıcı olabilmesi için uzun vadeli amaçlar belirlenir. Bunlar hastalardaki benlik değeri ile beden yapısı ve kilo arasındaki bağlantının sorgulanması ve değiştirilmesi, kişilerarası ilişkilerdeki aksaklıkların giderilmesi gibi değişmesi daha uzun zaman gerektiren hedeflerdir.
Kaynakça:
KABAKÇI, E., DEMİR, B. Hacettepe Tıp Dergisi 2001; 32(2): 125 – 131
Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi 2007;20(1):25-37
Bulimiya Nervozada Psikososyokültürel Etmenler
F Maner, A Aydın
Yeme Bozukluğu Hastalarında Obsesif Kompülsif Bozukluk ve Kişilik Bozukluğu (Uzmanlık Tezi) Dr. Funda KEÇELİ